Yonca Eldener
- Yeni çıkan romanın İstanbul’un Hayaletleri, Göbeklitepe Muhafızı ve Yedi Uyananlar romanların gibi okuyucuyu, nefes nefese bırakan maceralara sürüklüyor. Bu romanı yazmaya nasıl karar verdin?
Yedi Uyananları basıldıktan kısa bir süre sonra yeni romanım için bir fikir üzerinde çalışmaya başladım. Yoğun bir okuma sürecine girmiştim. Bir gün bana kuruluşundan bugüne İstanbul’un tarihini anlatan bir kitap hediye geldi. Akşam yatmadan önce kitabın kapağını kaldırdım. Kaldırış o kaldırış. İstanbul’a öyle bir daldım ki, çalışıyor olduğum fikri kenara koyup İstanbul’un Hayaletleri’ni yazdım ve romanım üç yılın sonunda çıktı.
- İstanbul’un Hayaletleri’nde sanat ve yaratıcılık teması yer alıyor. Arka planda Mimar Sinan ve da Vinci de var. Romanda neler anlatıyorsun?
Evet, romanın arka planında Leonardo da Vinci ve Mimar Sinan yer alıyor. İstanbul’un Hayaletleri’nde bir Türk zenginini anlatılıyorum ve bu adam “İstanbul’da Rönesans başlatmak mümkün mü? diye soruyor. Rönesans’ı yaratan şartları oluşturmak ve büyük ustalar yetiştirmek için Kapalıçarşı’ya gözünü dikiyor. Romanda yazdığım haliye adamın amacı şu: “İstanbul koca koca imparatorlukların idari ve dini merkezi oldu ama asla bir yeniden doğuşun beşiği olmadı. İstanbul’un fethiyle buradan kaçanlar Floransa’da Rönesansı tetikledi ama aynı adamlar buradayken bu iş olmadı. İstanbul hiç bir zaman bir Bağdat, bir Atina, bir Floransa olmadı. Biz Medici Etkisi ile işte bunu başaracağız…” Konu yaratıcılık ve yeşerdiği ortam olunca ben de da Vinci ve Mimar Sinan’ı anlattım. Tabii Kapalıçarşı’nın mücevher ustalarını da anlatmak şarttı. Çuhacı Han’ın mücevher ustalarına teşekkür borçluyum. Hikayelerine de sanatlarına da hayran kaldım.
- Romanlarında aynı zamanda Anadolu’nun tarihine ışık tutan bilgileri yormadan aktarıyorsun. Romanların arkasında uzun soluklu bir araştırma süreci var ve tüm bu bilgilerden hayal gücü ile mükemmel kurgular çıkıyor. Nasıl yazıyorsun?
Başlangıçta aklımda çok sınırlı bir fikir oluyor. Gezerek, okuyarak, uzmanına sorarak parça parça ilerliyorum. Bir süre sonra parçalar yolda önüme kendiliğinden çıkmaya başlıyor ve bir yerden sonra kurgu zaten hazırmış da ben onları bulmaca çözer gibi bulup birleştiriyormuşum hissine kapılıyorum. Tabii bu süreç onlarca okuma ve gezi ile tetikleniyor. Mesela İstanbul’un Hayaletleri için yaptığım okumalara şimdi bakınca bir araştırmışım diyorum. Bir de geziler var. Sacred7’ın ki de dahil olmak üzere 4 ayrı İstanbul’un dehlizleri turuna katıldım. Sizinle yine Kapalıçarşı ve Hanlar turu yapmıştık. Hepsinin notları var. Tüm okuyup altını çizdiklerim ve dinlediklerimi bilgisayara geçirerek arşivlerim. Sonra romanı yazarken özetlerimi açarak ilerlerim. Ancak maharet bilgiyi kurguya çevirmekte. Okuduklarımı romanda kanlı canlı sahnelere, diyaloglara dönüştürüyorum. Okuyucu adını koyamasa da detaylardaki titizliği fark ediyor.
- Geçmişi ve gizemi olan coğrafyaları yazdığını söylüyorsun. Bu kez İstanbul’u yazdın. Bize bu konuda ne söylemek istersin.
Coğrafyalar benim neredeyse baş kahramanlarım. Yazmaya her zaman coğrafyaya karar vererek başlıyorum. İstanbul’un sur içi bölgesini yazmak benim için müthiş bir deneyimdi. İstanbul’un Hayaletleri’nde olaylar Şerefiye Sarnıcı’ndan, Unkapanı’na, Bukoleon Sarayı’ndan kuyumun kalbi Çuhacı Han’a kadar birçok eşsiz mekânda geçiyor. Bir de yeraltı dünyası var tabii. Antik tünellerle de epeyce işimiz var. Tüm bu yerleri defalarca ziyaret ettim. Bazen araştırma yapmak için bazen de sırf seyretmek için sur içine gidiyorum. Bence İstanbul kimsenin gerçekten sahibi olamayacağı bir kent. Birimiz diğerinden daha uzun süredir burada olsak da sonuçta hepimiz burada misafiriz. Ben de ziyaretimin tadını çıkarmak için kenti içime sindire sindire dolaşıyorum.
- Romanlarınızda mekân detayları okurken bir sinema filmi izliyor tadı veriyor. Mekanlar hareketler, olayları… Bu melekeyi yeteneği nasıl sağladın? Nasıl yaratabiliyorsun? gittiğin yerlerde hayali olayları mı canlandırıyorsun? Araştırarak mı başlıyorsun?
Dediğim gibi coğrafyalar benim neredeyse baş kahramanlarım. Gerçek mekanlarda geçen romanlar yazmamam nedeniyle de hikayeler okurun kafasında canlanıyor. Mekanların ruhunu öyle direnden hissediyorum ki o duygu karşı tarafa geçiyor. Bana kalırsa coğrafyaların da insanlar gibi ruhları, günahları, sevapları var. Kahramanlarım da romanın geçtiği coğrafyanın gerçek bir parçası. Bu nedenle İstanbul’un Hayaletleri’nde kahramanların sevap ve günahları da şehrin ruhuna uygun. Tüm bunları yazabilmek için mutlaka o bölgede, mahallede yaşamış birinin anılarını okurum. Kahramanlarımın mesleğine ait kitaplar okuyarak ve uzmanına sorarak araştırırım. Sonra da bilgiyi kurguya çeviririm. Tabii bu öğrendiğim bir şey değil. Sanırım bende hep vardı.
- İlk yazarlık deneyiminizden bahseder misiniz?
İlk romanım on yıl önce basıldı. Romanı yazmaya başladığımda dört aylığına İspanya’da bir eğitimdeydim. Şubat ayında ailemden uzaktayken Madrid çok da sevimli değildi. Otelde kalemi elime aldım, bir şeyler karaladım. O zaman yazdığım metnin bana yazarlık yolunu açacağını bilmiyordum. Üst düzey yöneticilik yapıyordum ve roman yazmak aklımın köşesinden geçmemişti. Ancak ilk romanımı yazdıktan sonra “bana yazma virüsü girdi” diyorum ve tüm kariyerimi buna göre şekillendirdim. Uzun süredir yarı zamanlı çalışıyorum ve iki işim var.
- Arkeoloji ve dinler tarihine dair bilgiler romanlarına derin bir zenginlik katıyor. Arkeoloji merakın nasıl başladı?
Kendimi bildim bileli arkeoloji seviyorum. 5 yaşındayken anne ve babam beni Bergama’ya götürmüştü. Sonra da dayım Didim’de Apollon Tapınağı’nı göstermişti. Büyülendiğimi hatırlıyorum. Hala aynı heyecan içimde. Eşimle zaman sıkıntımız yoksa her kahverengi ören yeri tabelasından saparız, nerede ne var keşfederiz. Çoğunlukla bir yerden diğerine farklı yolları seçerek gideriz. Bence arkeoloji merakı bende her zaman vardı. Bu yüzden iyi ki bu ülkede doğmuşum. Göbeklitepe’siz, Efes’siz, Sart’sız, Sagalassos’suz nasıl yaşanır ki?
- Kendini iyi hissettiğiniz mekanlar neler?
İstanbul’un sur içi bölgesi ve Beyoğlu yaşadığım şehrin en sevdiğim yerleri. Tahtakale, Yedikule, Çatladıkapı, Samatya, Eminönü, Balat…Eşimle sabah erken saatlerde gider, doya doya gezeriz. Kalabalıklar bastırırken biz dönmüş ve günlük işlerimize dalmış oluruz. Son zamanlardan Sarayburnu’ndan Zeytinburnu’na bisikletle de gider olduk. Bir de antik kentler var kendimi iyi hissettiğim. Antik kentler beni mıknatıs gibi çekiyor. Tiyatroların çam ve incir ağacı köklerinin patlattığı mermer basamaklarında oturup keçilerle baş başa kalmak benim en sevdiğim şey.
Yonca Eldener 1972 Ankara doğumlu. TED Ankara Kolejinden mezun olduktan sonra ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir Planlama Bölümünden mezun olmuştur. 1995 yılında Avrupa Birliği “Jean Monnet Bursu” ile University College Londan-Bartlett Mimarlık okulunda “Gayrimenkul ve Planlama” masteri yapmıştır. 1996-2002 yılları arasında ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir Planlama Bölümünde doktora derecesini alan Yonca Eldener, perakende sektöründe geliştirme direktörlüğü, pazarlama-ticaret direktörlüğü, danışmanlık ve e-ticaret sektöründe genel müdürlük görevlerde bulundu.
Amerika’da yayınlanmış akademik makaleleri bulunan Eldener’in yazmış olduğu iki makale de Ford Vakfı– Orta Doğu Araştırma Yarışması Ödülü’nü aldı.
İstanbul’un Hayaletleri, Göbeklitepe Muhafızı ve Yedi Uyananlar romanlarının yazarıdır.