ADIMI DENİZ KOYDULAR:
Müthiş gözlem yeteneğini, yetkin kalemi ile buluşturan duyarlı, humanist, içten bir yazar Demet Cengiz.
Geçmiş yıllarda yayınlanan kitaplarını raflarda yerini alır almaz hemen satın alıp, bir nefeste okumuştum. Samimi ve yalın uslübu ile aktardığı içsel ve dışsal yolculuklarının kahramanı ile aramda kurduğum bağ, devamında yayınlanan makaleleriyle daha da derinleşti. Cesaretimden, inançlarımdan, öfkelerimden, umutlarımdan bir tutam buldum onun yazılarında.
“Adımı Deniz Koydular” yazarın ilk romanı.
Derin bir araştırma içeren eser, ince ince örülen bir dantel zerafeti ile kurgulanmış. Kitabın ilk bölümlerinde okuyucuyu da içine alan şiddet ve sevgisizlik düğümü roman ilerledikçe yavaş yavaş çözülürken, umuda dair paragraflar ile sakinleştirici molalar veriyor okuyucuya. Ancak akışla ortaya çıkan yeni düğümler ile tansiyon yükseliyor. Ortaya soluk soluğa okunan, dikkatinizi yoğunlaştırdığınızda ilginç katmanlarını keşfedebileceğiniz çarpıcı bir roman çıkıyor.
- Sevgili Demet, sana aktarılan gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığın Deniz adlı kahramanın yolculuğu Seyrantepe’de başlıyor. Deniz’in hayatına önemli izler bırakacak olan doğduğu, büyüdüğü mahalleyi, gecekondu yaşamını o kadar gerçek aktarmışsın ki, okuyucu da o fakirliği ve yokluğu kahraman ile birlikte yaşıyor
Mekân tasvirlerindeki bu başarını nasıl açıklarsın?
Sadece bakan değil görmeye çalışan biriyim. aslında bu bir çabayla da olmuyor. İnsanları, duygularını bir biçimde kalbimde hissedebiliyorum. O yoksulluğu yazmadan önce benzer mahalleri çok dolaştım. O kadar kötü olmasa da hâlâ böyle yoksulluk içinde çamura bulanmış mahalleler var. 1990’ların sonlarına doğru –gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda- İstanbul’da yeni kurulan, böyle kenar mahallenin kenarı ve hatta mahalle bile denemeyecek yerlere gitmiştim. Ayakkabılarıma yapışan çamurlar, bir çukurdan ibaret olup etrafa berbat kokular bırakan tuvaletler aklıma kazındı. Kapı önünde oturan üstleri başları perişan yerlere oturan çocuklar ve onlara sevgi göstermesi gerekirken uluorta şiddet uygulayan aileleri de görmüştüm. İşin tuhafı, bu sevgisizliğin onlara hiç tuhaf gelmemesiydi.
- Romanın iki kahramanı Deniz ve James’in hikayesi ayrı ayrı ilerlerken bir noktada kesişiyor. Her ikisi de birbirinden çok uzakta sevgisiz bir ortamda kendini büyütmek zorunda kalan iki çocuk… Onların buluşturan kaderin, tekrar ayırması gerekir miydi?
Bizi birbirimize yaklaştıran, yollarımızı kesiştiren nedir? Düz bir kader çizgisi mi var? Biz o çizgide mi ilerliyoruz? Bizi bir yola koyan kader mi yoksa yola çıkma kararımız mı kaderi belirliyor? İster düz bir kader çizgisi olsun ister bizim kararlarımızla şekillensin içimizdeki benlikten kaçamıyoruz. İnsan kendinden kaçamaz. Kaçamadığımız kader değil kendimiziz. Sahne büyük oranda biz daha doğmadan kurulmuş oluyor. Sonra bizim kararlarımız… Fakat o kararlarımızda daha hayata başladığımız ilk yıllarda aldığımız biçimden geliyor. İnsan bilmediği şeyi bilmiyor işte. Yoksunluğunu duyduğu sevgiyi bulunca bunu alıp baş tacı da edebilir, korkup ondan kaçabilir de. Belki bir çocukluk yarasıdır bizi korkutan, kaçıran, uysal olmaya iten ama biz kader der geçeriz. Veya karar –muhtemelen yanlış karar- der geçeriz.
- Roman kahramanlarının hayat hikayelerini izlerken, ülkemizde ve dünyada yaşanan önemli olaylar da büyük bir ustalıkla akışa yerleştirilmiş. Maraş Katliamı, 1980 Darbesi, Ergenekon operasyonları, Gezi direnişi ve daha birçok önemli siyasi deprem… Nefesimi tutarak okudum. Karanlık bir tüneli andıran yakın tarihimizi, romanın içinde sanki tek bir kanalın olduğu dönemde bir haber spikeri objektifliği ile aktarma fikri nasıl oluştu?
Bizim bildiğimiz bir alem var, bir de gözümüzün yetmediği mikro alem ve makro alem… Biz bütün evreni kendimizden mütevelli sanıyoruz. Güneş sistemimiz bile evrende bir kum tanesi etmiyorken sen, ben bir kum tanesi etmeyen milyarlarca hücreden oluşuyoruz. Bana bunlar olurken sana neler oluyor? Bize bunlar olurken evrende neler olup bitiyor? Covid_19’un küresel bir salgına neden olduğundan haberi var mı? Bir resmi anlatırken ara sıra zoom out, zoon in yaptım. iki kişinin öyküsü anlatılırken sanki arkada radyo açık kalmış da güncel haberler akıyor gibi… Özellikle objektif haber dilini kullandım. Burada 1996 yılından beri yaptığım gazeteciliğin ekmeğini çok yedim.
- Kahramanımız bir Kardelen. Zifiri karanlık bir mağaraya sızmayı başaran ışık huzmesi gibi, Deniz’in kardelen seçilmesi… Kaderini değiştiren en önemli virajlardan biri Türkan Saylan’ın kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği. Kendisini senin romanınla bir kez daha saygıyla andık. Eğitim görme imkanı olmayan, aile içi şiddet gören çocukların korunması ve ayakları üzerinde durması adına neler yapılabilir sence?Kahramanın adı Deniz Yıldız… Denizyıldızı hikayesini duymuşsundur. Sahile vuran binlerce denizyıldızını kurtaramazsın belki ama alıp denize attığın bir tanesinin hayatı kurtulur. ÇYDD ve benzeri pek çok dernek, vakıf eğitimde fırsat eşitliği için çırpınıp duruyor. Öyle çok büyük şeylere, büyük paralara, büyük çabalara da gerek yok aslında. Elinin uzandığı denizyıldızını alıp denize atacaksın. Bir taneden ne olur, demeyeceksin. Seçtiğin güvenilir bir kuruma 1 milyon liran varsa onu bağışlayacaksın. 100 liran varsa onu… Belki bir kişiye rehberlik yapacaksın, yoluna ışık tutacaksın. Dünyanın büyük dertlerini çözmek için belki bir kişi çok küçük ama küçük bir kişinin büyük bir derdini çözmek için bence yeterince iriyiz. Yapabileceğimizi küçümsemeden yapacağız. Kim ne yapabiliyorsa kârdır.
- Kitabın tam adı “Adımı Deniz Koydular, Kuşlar boynumuza dolandığında”… Kuş neyin simgesi?Buradaki kuş kaderi simgeliyor. Adımız kaderimizdir. Adımız bize verilir. İsra Suresi’nde “Biz her insanın kaderini boynuna doladık” denir. Bazıları bunu amel/eylem diye çevirir fakat oradaki tair kelimesi Arapça kuş demek. Kuşlar bana inanılmaz etkileyici geliyor. Tür olarak en sadıklar onlar. Tek eşlilik çok yaygın… Kurdukları yuvalar, göçleri, kanatları, uçmaları… Her şeyleri bence büyüleyici. Ama sadece kuş değil balıklar da öyle… Otcullar da! Dört ayaklılar da! Ağaçlar da! Çiçekler de! Kokular da! Arılar da! Şu dünyadaki bütün hayvanları, canlıları inanılmaz buluyorum. Hayranlıkla izliyorum. İlk kez görmüşüm gibi… Sanki dünyaya bugün ayak basmışım gibi…
- Deniz’in hayatı ile paralel köklenen zeytin ağacı ve kaderine üfleyen yaşlı çingene kadın romanın ağır gerçekçiliğini yumuşatan masalsı, büyülü bir kurgu. Mucizelere inanmamızı savunan cümlelerin perde arkasından gülümsüyor. Umuda dair paragraflarının ilhamı nereden? Hangi yazarlar veya romanlar? Hepimiz bu dünyanın soğukluğuna ve sertliğine çarpıp yaralanıyoruz bazen. Mucizeler olsun istiyoruz. Bizi bir koruyan kollayan… Kendimizi savunamazsak kanatlarını üzerimize gerek melekler olsun istiyoruz. Olup olmaması başka bir şey, olmasını ummak başka… Hiçbir şeye hakkımız yoksa umut etmeye olsun. Olmalı! Ben kendimi ne iyimser görürüm ne de kötümser. Gerçekçiyimdir. Öyle sahte tesellileri de sevmem, sıkılırım. İnsanlarda avuntu arayan biri hiç olmadım. Kendi içimde çekildiğim inzivalardan ise hep umutla çıktım. Çıktığım yerde de yeşeren ot gördüm, meleyen bir oğlak gördüm, kanat çırpan bir kuş gördüm. Şiirler duydum, şarkılar duydum. Kendimi en mutlu hissettiğim anlar kalbimde sevgi duyduğum anlar. Bir insanı, bir bebeği, bir hayvanı, bir çiçeği sevdiğimde kalbimde hissettiğim sevgi her şeydir; umuttur, inançtır, aşktır, evrenin kendisidir, Tanrı’dır. Bu ilham bazen bir su gibi damlar kalbime bazen deniz olur ben içinde yüzerim. Pek çok yazarla, romanla böyle kalpten kucaklaştığımı hissederim, onları kalplerinden öperim. Bilgi ayrı bir şey, kalpten yazmak başka… Bence bütün ilham kalpten geliyor.
- Türkiye’nin siyasi ikliminde giderek genişleyen kara lekesi kadın, çocuk, hayvanın maruz kaldığı şiddeti gerçek yaşam hikayesinden esinlenerek aktardın. Bu romanın şiddet ve tecavüz karşısında suskun kalan çocuklar ve kadınlar için bir anahtar olabileceğini düşünüyorum. Senin görüşlerin nedir? Hepimiz bir mum yakarak koyu karanlığı aydınlatabilecek miyiz? Sayıca çok büyük bir kesime ulaşmaktansa tek bir kişiye bile kalpten dokunmayı daha anlamlı bulurum. Ne güzel ki gerçek hikayelerden esinlenerek yazdığım bu kurgu roman pek çok kalbe dokundu. Aile içi sevgisizlik, şiddet, istismar, maruz kaldığımız haksızlıklar, adaletsizlikler hepimiz için büyük yara. Bana her gün yazan okurlarla gönül birliği kurduğumu hissediyorum. Kalplerimiz kenetlendikten sonra gerisi kolay. Bir sorunu çözmek için önce onu kabul etmek, daha sonra teşhis etmek gerekli. Çözüm ancak bu iki aşamadan sonra geliyor. Boş boş umut tellallığı yapmayı da düpedüz sahtekarlık olarak görüyorum. Kabul, teşhis, tedavi… Umut bundan sonra geliyor.
Röportaj; Ayşe KAYNARCALI / Sanatla Randevu Kurucu Ortağı